Gün, her akşam saltanatını ardında bırakıp çekilirken, sanki dünyayı biraz daha kimsesiz bırakıyor. Gökyüzü renk değiştirirken, yeryüzünde bazı acılar da yerini, hüzne bırakıyor. Lavanta kokulu yalnızlıklar gibi, hafif ama derin. Bahçelerimizde, bir zamanlar, kuş seslerinin dolandığı o saatler, artık ekranlardan fısıldanan ölüm haberleriyle sarsılıyor.
Gün, her akşam saltanatını ardında bırakıp çekilirken, sanki dünyayı biraz daha kimsesiz bırakıyor. Gökyüzü renk değiştirirken, yeryüzünde bazı acılar da yerini, hüzne bırakıyor. Lavanta kokulu yalnızlıklar gibi, hafif ama derin. Bahçelerimizde, bir zamanlar, kuş seslerinin dolandığı o saatler, artık ekranlardan fısıldanan ölüm haberleriyle sarsılıyor.
Bir el çıkıyor her akşamüstü bohçamızdan, bazen bir annenin dua eden eli, bazen bir çocuğun boşluğa uzanmış, yardım isteyen parmakları… O bohçada artık umutla birlikte kederler de var. Gazze’de yıkılan bir okul, Şam’da bir parkın sessizleşmiş salıncağı, Basra’da suskun sokaklar…
Ortadoğu denilen haritanın tam ortasında, her akşamüstü bir ülke biraz daha soluyor. Çocuklar büyüyemiyor, büyükler yaşlanamıyor. Bir kadın, yoksulluğun tam ortasında savaş yıkıntıları arasında çocuğunu emzirirken, bir başkası sınır kapısında günlerdir yemek yemediğini anlatıyor, güçsüz dudaklarıyla. Hatta gözlerine dikkat ederseniz; “barış yoksa annelik bile tam olmuyor” diyor. Barış, yalnızca kartpostallarda kalmış eski bir temenni gibi. Savaş, yalnızca sınırların değil, zihinlerin de kimyasını bozmuş.
Dünyanın büyük masalarında barışı konuşanlar, sahadaki sessizliğe sağır. Bir taraf roketle konuşuyor, öteki taraf suskunlukla. Arada ise bir dilim ekmek, bir damla su, bir tutam huzur arayan insanlar…
Biz, bu yıkıntıların uzağında, akşam haberlerini izlerken kararan gökyüzüyle beraber içimize çöken o hoyrat duyguyu taşıyoruz. Gözümüz televizyondaki bombalanan yerlerde, içimiz burkulsa da sofraya tuzluğu koymayı ihmal etmiyoruz. Yaz aylarının o muhteşem cümbüşüne aldanarak bahçelere bakıyoruz, sessizce huzurun orada olduğuna ikna edercesine kendimizi. Çiçeklerin bile boynunu büktüğü bir coğrafyada huzurun adını söylemeye utanarak.
Bu yüzden hoyrattır akşamüstleri. Çünkü sadece güneş değil, insanlık da yavaş yavaş çekiliyor. Renkler soluyor, sesler kısılıyor. Biz, her gün biraz daha alışıyoruz bu yaşam tarzına, bizi alıştırıyorlar. Acı, sadece uzaklarda çığlık atan bir çocuk sesi. Hemen unutuyoruz. Duymak, görmek istemiyoruz. Yokmuş gibi davranmak iyi geliyor.
Ama bir yerlerde bir iyilik gizlidir belki… Belki bir annenin gözyaşında, belki bir çocuğun çizdiği ev resminde… Ya da yazılmamış bir şiirin içinde, hâlâ barışa inanan kalemlerde…